Yeşil Bursa Sevimli Şehir

 Resmi olmasa da, halk arasında Yeşil Bursa olarak adlandırılan sevimli şehir sonbaharın son demlerinde, kışa hazırlanıyordu. Hüzünlü vedaların solgun mevsimi olan sonbaharda bile güzeldi Bursa. Bir imparatorluğun kalbinin attığı geçmiş kokan, umut kokan yeşil kent. Ben şehri gezmeye planlamıştım. Şansım vardı yazdan ödünç alınmış, güneşli ve ılık bir gündü. Erken kalktım, tarihi dokuları ağır basan şehri adım adım gezmeye başladım. Geçmişin izleriyle dolu her nokta inanılmaz keşif duygusu uyandırıyor, atalarımızın sessiz ruhları günümü zenginleştiriyordu. 

 

Öğleden sonrası olmuştu, yorgun ayaklarımı dinlendirmek ve şehrin huzurunu hissetmek için en yakın bir parka girip bir banka oturdum. Bir süre gözlerimi kapatıp kuş seslerini dinledim. Ne güzeldi Bursa, sonbahar ve huzurla dinlenebilmek. Gözlerimi açıp etrafı seyre daldım. Karşıdaki ağacın altına oturan yaşlı bir adam dikkatimi çekti. 70-75 yaşlarındaydı. Yaşına göre iyi ve temiz giysileri vardı. Başındaki fötr şapkası kıyafetiyle tatlı bir uyum taşıyordu. Banktan öne doğru eğilmiş bir konumda oturuyor ve ellerini üst üste getirerek ağaç bastonun üst kısmına yaslanıyordu. Zayıf incecik elleri vardı. Gözlerini karşılarda bir yere dikmiş, sabitlenmiş gibi bakıyordu. Yaşlı adam ve bankın hemen arkasında yer alan ağaç birlikte anlamlı bir bütünlük oluşturuyorlardı, sanki adam da o ağacın devam eden bir parçasıydı. İkisinin de vücudu yıllara meydan okumaktan yorulmuş ancak bu güne kadar dayanabilmiş olmanın haklı gururunu taşıyorlardı. Yaşlı adam, yaşlı ağaç. Onlar, bu gün gümbür gümbür yaşanan güzelim dünyanın en olası yolcuları. Sanki ayrı bir dünyanın insanları gibi geldiler birden. Ben ayrı, onlar ayrı; ben hep bu tarafta, onlar hep o taraftı. Onlar hiç çocuk olmamışlardı, hiç genç olmamışlardı. Hep yaşlıydılar ve kısa zamanda bu öykü bitecekti ama ben hep gençtim, hep genç kalacaktım. Gözlerimi ikisinden çevirmek istedim. Öbür bankta büyük bir olasılıkla göçmen olan bir aile vardı, bakışlarımı oraya yönelttim. Sarı saçlı iki küçük çocuk, neşeli çığlıklar atarak bankın etrafında koşuşturuyorlardı. "Onlar da çocuk olmuşlardı" dedim kendi kendime ve tekrar adamla ağaca bakmaya başladım. 

 

Ağaç büyük bir olasılıkla hep buradaydı. Belki adamda hep buradaydı, belki az ilerideki eski ama şehrin geçmiş dokusunu yansıtan evlerin birinde oturmuştu. Kim bilir belki çocukluğu burada geçmişti, karşıdaki ailenin yaşam dolu çocukları gibi koşup oynamıştı. Belki şimdi oturduğum bankın yanında hafifçe toprağa gömülü taşa ayağı takılmış, küçücük dizini incitmişti. Az ilerideki eski parke taşlı yolda elim sende, evlerin arasında saklambaç oynamıştı. Belki şimdi önünde sessiz duruş gösterdiği ağaca defalarca tırmanmıştı. Kuşların yuvalarına bakmıştı. Dalların yeşil serinliğiyle nasıl mutlu olmuştu kim bilir. Burada ergenleşmiş, burada aşık olmuştu. Bu parkta aşkını ilan etmiş, ilk o gün yaşamına bir doluluk gelmişti. İlk kaçamak öpücüğünü bu ağacın dibinde almış, kalbi göğsünden dışarı fırlayacak şekilde ilk o gün atmıştı. 

 

Ani fren sesiyle birden hayal dünyamdan sıyrıldım. Tam arkaya bakıp sesin geldiği yere dönecekken, karşıdaki ihtiyar adamın telaşlı bir şekilde ayağa kalkmaya çalıştığını gördüm. Az önce belirsizlik olan yüzü kasılmış, titreye titreye bastona yükleniyordu. Baston birden kaydı ve vücudunu baston üzerine dayayarak kalkmaya çalışan yaşlı vücut bastonla birlikte yere yuvarladı. Şaşırmıştım, hiç duraksamadan adamın yanına koştum. Kollarından tutarak "Hadi amca" dedim. Adam kollarından tutulmuş halde banka otururken karşıdan gelen insana endişe dolu gözlerle bakıyordu. Yaklaşık 35 yaşlarında bir adam koşarak yanımıza geldi. "Baba, ne oldu" dedi. Adam hiçbir şey söylemeden üstünü silkeliyordu. "Sağ ol birader" "Önemli bir şey yok ya ?". " Sanmıyorum, baston kaydı da" dedim. Genç adamın suratı asıktı, mutsuz görünüyordu. Yaşlı adamın kollarını bırakırken genç adam teşekkürlerine devam ediyordu. "Önemli değil" dedim birkaç kere ama adam sanki büyük bir iş yapmışım gibi ve büyük bir borç altında kalmış gibi teşekkür ediyordu. "Bana izin verir misiniz ?" dediğim anda genç adamın yaşlı adamın koluna girmeye çalıştığını fark ettim ve bende diğer koluna doğru yöneldim. 

 

Yaşlı adam aramızda, küçük adımlarla yürüyordu, ağzından hiçbir sözcük çıkmamıştı. Genç adam "Sağ ol birader, arabam az ileride" dedi. "Kendisi babamdır. Meşhur ağır ceza reisi .....  ben....., Çekirge'de marketim var". Sanırım bana yeterince bilgi verdiğini düşündükten sonra, birden benimle konuşmayı kesti ve sesini yükselterek "Babacığım sana kaç defa söyledim, evden ayrılma diye !!! Mehtap küplere bindi, ne diyeceğim şimdi, ona da haber vermemişsin". Genç adam bana döndü ve devam etti. "İnsan yaşlanınca bir tuhaf oluyor birader, şimdi sen inanabilir misin bu uyuz ihtiyarın bir zamanların bu civarın en ünlü şahsiyeti olduğuna ?" "Geçti baba geçti" dedi alaycı ve sokak ağzı bir ifadeyle "Eski zaman kartalları, karga oldu, saksağan oldu, sen hala o günleri yaşıyorsun. Bırak artık geçmişi, bak bu günü yaşıyoruz. Sen hala bu çöplük gibi evin içindesin, hala annemlesin. Oysa o öleli on yılı geçti" dediği anda yaşlı adamın ayak bağlarının daha da çözüldüğünü adeta sürüklenmeye başladığını hissettim. Bakışları yaklaşık elli metre ilerideki tek katlı bahçeli eski eve takılıp kalmıştı. Genç adam, babasının ayaklarını sürüdüğünü ve karşıdaki eve inatla baktığını görünce daha sert bir ifade takındı ve tükürükler saçarak babasını azarlamaya başladı. "Ben ne diyorum, sen neler yapıyorsun, baba. Bak yeminle bir kez daha kaçar ve buraya gelirsem huzur evinden almam bir daha. Bak benden günah gider o zaman. Sana da iyilik yaramıyor. Seni İkiyüzmertekarelik birinci sınıf lüks dairelerde yaşatıyorum, ama yaranamıyorum. Senin gözün hala bu çöplükte, bu mezbelelik yerlerde. Keşke vicdanım elverse bırakırım seni burada, o zaman gözün doyar belki buralara. Ama ben hayırsız evlat değilim. Belki okumadım ama, iş güç sahibiyim Allah şükür. İyiki de sattım buraları, bak şimdi iki tane marketim var. İyi ki de okumamışım yoksa akıbetim sen gibi olurdu". Genç adam babasına söylenirken kendinden geçmişti adeta beni unutmuştu sanki habire babasına söyleniyor ve onu tehdit ediyordu. Arabanın yanına yaklaştığımızda birden beni hatırladı "Özür birader" dedi. "Seni de yorduk, görüyorsun yaranılmıyor insanlara, baban bile olsa. Gül gibi yerlerde yaşatıyorum onu ama bizimki nostaljik takılıyor. Beyini sulandı bunun canım". 

 

Aramızda sürüklenerek yürüyen yaşlı adamın yüzü daha da solmuş, gözlerindeki parlaklık daha bir kaybolmuştu sanki. Adamın son model arabasına doğru giderken yaşlı adamın tutuğum kolunu çekerek bana mesaj vermeye çalıştığını fark ettim. Yorgun gözlerini bana çevirdiğini, koluyla da çekiştirerek bu gardiyana teslim etmemem için yalvardığını hissettim. "Sağol birader", geldik artık siz bırakabilirsiniz, gerisini ben hallederim". "Önemli değil, insanlık görevi arabaya binmesine yardım edeyim" dedim. "Gerek yok, ben hallederim" Adam babasını hızla arabaya doğru çekti ve arabaya yaslandırıp ani bir hareketle kapıyı açtı, bir çuval gibi içeri iteledi. Yüzü gülüyordu, bir yandan gaza yüklenip arabayı harekete hazırlarken bir yandan da camı açıyordu. "Sağ ol birader, ha pardon ne iş yapardın" "Ben Gazeteci Yazarım" dedim. Adamın yüzü biraz daha alaycı ifadeyle doldu ve sanki bende seni bir adam sanmıştım gibisinden "Eyvallah" dedi ".... 

YORUM EKLE
google.com, pub-5727224107962425, DIRECT, f08c47fec0942fa0